24 Eylül 2012 Pazartesi

BORCUM MU VARDI?

Her gün şaşılacak o kadar çok şey oluyor ki şu memleketim dediğim güzel ülkemde. Dün de yeni şaşılacak bir o kadar sevindirecek bir olay yaşadım.
Kardeşim üniversite ikinci sınıf öğrencisi. Üniversitesi yaşadığımız şehre yakın olduğu için git- gel yapmayı tercih etti ilk sene ama gerek yolda harcanan zaman gerek yol yorgunluğu ve gerek başka sebepler bu yıl onu okuduğu şehirde kalmaya zorladı. Nerede kalsa daha rahat eder, yurt mu, ev mi? Evse nasıl bir ev olmalı? Yurtsa nasıl bir yurt olmalı gibi sorular epeyce kafamızı kurcaladı. Biz bu sorulara cevap ararken sonunda hem gönlümüze hem de bütçemize uygun bir yurt bulduk ve dün yurda kardeşimi yerleştirmek üzere gittiğimizde kapıyı açan bayan beni görünce çok şaşırdı. "Siz" dedi. Bense gülümsemekle yetindim. Bir yandan da bir gördüğünü kolay kolay unutmayan hafızamı yoklamaya başladım. Bu simayı nereden tanıyorum. Çok geçmeden hafızam beni yanıltmadı ve bayanı hatırladı. Bayanla yaklaşık iki sene önce bir sohbet ortamında kısa bir muhabbetimiz olduğunu hatırladım. Bayan bana hafızamın hatırlamadığı şeylerden bahsetmeye başladı. Ben bayana gülümserken o bana " Ben sizi iki senedir arıyorum, bir türlü ulaşamadım. Sizi tanıyan birini de bulamadım. Verdikleri numaralar hep yanlış çıktı. İki senedir Allah'a " O kızı karşıma çıkar" diye dua ediyorum." dedi. Ben olayın şokundaydım çünkü bayanın neden beni bu kadar görmek isteyebileceğine dair hala bir fikrim yoktu kafamda. "Hayırdır" dedim gülümseyerek. " Benim size borcum" vardı dedi bayan işte o an çok daha fazla şaşırdım. " Siz bir kitap sipariş etmiştiniz bize bende almıştım ama parayı size ulaştıramadan dersler bitti ve size bir daha ulaşamadım." dedi. Hayretler içinde kala kalmıştım. Bu zamanda borcuna sadık böyle bir insan...
Bir tarafta her gün gözümün içine bakıpta borcunu hatırlamayan insanlar... Bir tarafta alt tarafı (olsa olsa 5 TL değerinde) bir kitap borcu. Üstelik iki sene önce alınmış...
İlerleyen zamanda bayanın yurdun müdiresi olduğunu öğrenince şaşkınlığım ve hayranlığım bir kez daha arttı. Demek ki mevki, makam bazı insanları değiştirmiyor, değiştiremiyordu...
Yoğunluktan borcunu unutan arkadaşlarım geldi hatırıma. Acaba bu bayan daha mı az yoğundu onlardan. Mesele mebla değildi mesele davranıştı, sadakatti, ince düşünceydi ve samimiyetti. Samimi olunca bir insan kabul oluyordu duası...
Belki o para onun imtihanıydı ve o bayan bu imtihanı kazandı. Belki bu bir işaretti benim için üzerinde düşünmem ve yazmam gereken... Belki bu olay bu satırları okuyan siz değerli insanlara bir hatırlatma, bir uyarı, bir işaret...
Niyetleri bilen Rabbim bayanın beni bulmasında ki şükrü duydu. Dilerim Rabbim ondan razı olur ve biz öğretmenlere borcuna bu kadar sadık ve borç almanın önemini bilen bireyler yetiştirmemize vesile olur...
Varsa hakkım birilerinde helali hoş olsun ve bu satırları okuyan siz sevgili dostların geçtiyse hakkı haklarınızı helal ediniz. Belki ayırdığınız zaman da hakkınıza girmemize sebeptir...
Sevginiz gerçek, sevdiğiniz değer olsun...

4 Mayıs 2012 Cuma

İki Zıt Kutup

Erkekler ve kadınlar... Birbirini arayan iki zıt kutup. Erkeklerin ve bayanların yapısal olarak birbirlerinden farklı olduklarını daha önce duymuştum. Tecrübelerimde beni bu yönde doğruluyor zaten. Geçen bir söz okudum.  " When a girl is in love, you can see it in her smile. When a boy is in love, you can see it in his eyes." diye yani bayanlar aşık olduklarında gülüşlerine yansıyor, erkekler aşık olduğunda ise bakışlarına... Herkes kendini bir şekilde ele veriyor yani :) Davranışlarının bedensel yapılarına bile etki edeceğini hiç düşünmemiştim açıkçası. Evet erkeklerin hayata bakış açıları, olayları değerlendirmeleri, olaylara yaklaşımı bayanlardan çok farklı oluyor bu bir gerçek ama yaşanan duygusal durumun gülüşe yada bakışa yansıyacağı aklıma gelmemişti.
Bu sözün doğruluğuna inandım açıkcası okuyunca. İnsan bakışına, gülüşüne bazen davranışlarına müdahale edemiyor... Bir insanı gördüğünüzde mutlu oluyorsanız gülüşünüze engel olamassınız. Tıpkı ona bakışınızda ki gülen gözlerinize engel olamayacağınız gibi...
İnsan sevildiğini hisseder ya galiba bu davranışsal durumlar hissettiriyor karşı tarafa sevildiğini... Herkes hak ediyor sevmeyi ve sevilmeyi. Bazen "Ne der, ne düşünür, ne yapar, ne söyler" diye düşünmeden özgür bırakmalı gülümsemeleri içinizden geldiği gibi... Bırakın karşı tarafın ne düşündüğünü ve o anın tadını çıkarın bence... "Gülümsüyorum çünkü şuan mutluyum... Burda olmaktan, seninle birşeyleri paylaşmaktan, anlamaktak, anlaşılmaktan mutluyum..."
İzlediğim bir filmde oğlan kıza aşık oluyordu ve bunu kız hiçbir zaman bilmedi. Kızın sevdiğine gidip "Onun 5 gülüşü var " demişti ve ardından bu beş gülüşü saymıştı... Demek ki insanların yüzünde olaylar karşısında farklı gülümseyişler belirebiliyor. Benim kaç gülüşüm var bilmiyorum :) ama sizin karşınıza gözlerinizi gülümseten, gülüşlerinizin farkında olan insanlar çıkmasını diliyorum...

24 Nisan 2012 Salı

Cebimde ki Hayal Kırklığı...

Her hikayenin bir başlangıç zamanı vardır.
Bizimki de hastalıktan yeni kalkılmış bir sabahta başladı. Uzunca bir yol vardı önümüzde yürümeye niyetlenilmiş. Bilmiyordu kimse o günün bize uzun bir hikaye getireceğini. Bilmiyorduk hayallerin başlangıcının o günde saklı olduğunu...
Her hikayenin beklenmedik bir anda geliştiği anlar vardır, bizimki de böyle bir günde gelişti. O zaman tutuldu yürekler, O zaman duaya kalktı eller. İnanılan her şey bir bir gerçekleşiyordu. Hayaller yaşanıyordu teker teker... Hayaller gerçekleştikçe daha çok hayal kuruldu. Dualar gerçekleştikçe daha çok dua edildi. Yaşandıkça günler anı, anılar hatıra dolu zamanlar oluyordu...
"Dur!" dedi sonra birden biri "Bu kadar hızlı ilerleme hayatta. Bu kadar kaptırma kendini. Senin duaların kabul olduğu için yaşanmıyor bütün bunlar, senin hayallerin olduğu içinde..."
Birden yıkıldı bütün dünya. Ortalık kan çanağına dönmüş gözyaşlarına bulandı, kimse görmeden. Ortalık sessiz çığlıklarla doldu, ortalık hayal kırıklıklarıyla doldu. Basanın ayağını acıttı sonra. Önce acıya dayanarak basarım ve yeni hayaller kurarım sanıldı ama olmadı. Her hayal kırıklığı gülen gözlerden daha çok yaktı gönlü. Her hayal kırıklığı gamzeli gülüşlerden daha çok incitti yüreği...
Her hikayenin başlama, gelişme ve bitme zamanı vardı. Biz bu hikayenin neresindeyiz şimdi, kestiremiyorum... Ama hayal kırıklıkları ruhuma derin kesikler atıyor, yağan yağmurla birlikte...

29 Mart 2012 Perşembe

Yolculuktan Arta Kalanlar...

Bir şehri daha geride bıraktık ve gidiyoruz... Zaman denilen an hızla uzaklaştırıyor bizi sevdiklerimizden. Ruh oradayken bedenle yolculuk yapmak yorucu, yıpratıcı ama sevildiğini bilmek rahatlatıcı, bekleyeninin olduğunu bilmenin verdiği huzur paha biçilemez...
İzmit'ten yola çıktık, Konya'ya doğru gidiyoruz. Saat gece üç suları zamanın en önemli olduğu anlardayız. Hem yolcuyuz hem gecenin en derin sessizliğinde..
Otobüste herkes farklı düşler kuruyor şüphesiz. Kimi gittiği yerdeki sevdiklerini kimi geride bıraktıklarını düşünüyor, düşlüyor... Herkesin kendince bir hayat mücadelesi olduğu kesin. Kimin ne derdi var, dermanı nerede bilmiyorum, bilemiyorum... Bende dahil olmak üzere herkes kendi yaşam mücadelesini veriyor hayat denilen bu sahnede...
Ne hayatlar biniyor, ne hayatlar iniyor şu otobüsten acaba? Muavini bulup konuşturmalı, dinlemeli gözlemlerini. Kaç ayrılık hikayesine şahit olmuş, kaç kavuşma destanının gözyaşlarını silmiş...
Sorsam şimdi muavine şu otobüstekilerin hayatını "Sence nasıldır?" diye acaba benim hikayemi nasıl dillendirirdi, benim için ne söylerdi? Hani Ali URAL diyor ya; "Posta kutusunda ki mızıka" kitabında "İnsan deyince akla geliyor muyuz acaba?" "Ne zaman akla geliyoruz?" diye sorasım geliyor ardından... Ya da "Yaren deyince düşüyor muyuz düşüncelere???" Vardır bu sorunun cevabını bilen birileri elbette... Mesele doğru yerde, doğru kişi tarafından hatırlanılmakta herhalde.
Yolculuk hep bedenimi ve ruhumu olduğumdan başka yerlere götürmüştür. Gidilen yol, geçen zaman anıları düşündürse de zaman zaman geleceğe yolculuk yaptığımda olur. Gelecek günlerin getireceklerini düşünürüm mesela. Geçmişin kaybettirdiklerinin yanında. Bunun için soruyorum işte kendime zaman zaman "Ne zaman akla geliyorum?" diye...
Ne kadar yerine getirebiliyoruz kendimize düşen görevleri? Hayat denen bu sahnede birçok rolümüz var ama ben sevilen rolü ele almak istiyorum. Neye göre karar veriyoruz bir kişinin sevilmesine ya da sevilmemesine. Neye göre karar veriyoruz onsuz hayatın güzel olamayacağına, gülüşünün bize huzur verdiğine. Yanında olamadığımızda duyduğumuz huzursuzluğun nedeni ne?
Yolculuklar hep bir yerlere götürüyor insanları. Bulundukları şehirden başka bir şehre, bulundukları ülkeden başka bir ülkeye bedenen yaparken biz bu yolculuğu ruhumuz nerde, kiminle sohbet ediyor? ya da nerde dinleniyor, kimin yanında? Ne kadar farkındayız bunun? Galiba ruhumuzun gitmek istediği yer bizim huzur bulduğumuz, güven duyduğumuz, sevildiğimizi hissettiğimiz mekan, kişi...
Belki de bu yüzden yalnızlıktan kaçışımız ve yalnızlığı bu kadar sevip, özleyişimiz... Belki de bu yüzden arayışımız... Belki de bu yüzden her bayanın başının altında bir omuz ve her erkeğin omzunun üstünde bir baş istemesi...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Dünya Düşünce Günü...

Bugün “Dünya düşünce günü” yani İzciliğin kurucusu Baden POWELL’ın doğum yıldönümü.
İzcilik bilgim ve tecrübem maalesef çok eski tarihlere uzanmıyor. Bundan çok değil 1,5 yıl kadar önce bir yürüyüş esnasında tanıştıklarım vesile oldu izcilikle tanışmama ve kaynaşmama. Bizim tesadüf diye adlandırdığımız ama aslında çok öncelerden belirlenen bir dizi olayda yaşanınca kendimi izciliğin içinde, izci lideri olarak buldum. Şimdi liderliği keyifle yapıyorum. İzcilerimle vakit geçirmeyi, onlara bir şeyler öğretmeyi, birlikte doğa yürüyüşleri, kamplar yapmayı ve kendimi geliştirmeyi seviyorum.
Ülkemizde izcilik denildiğinde ilk akla gelen maalesef kamplar. Ama izciliğin içine girildiğinde aslında sadece kamplardan ibaret olmadığını ve kamp yapmanın sadece çadırlarda kalmak olmadığını öğreniyorsun.  Araştırdıkça yeni yeni şeyler keşfediyor, öğreniyor ve öğrendikçe daha çok araştırıyorum. İzciliği gerçekten adam akıllı güzel şekilde yürüten çok güzel bölgeler ve kulüpler var. Amacımız bizimde kulübümüzün böyle güzel etkinliklerde yer almasını sağlamak, gençlerimizin değişimine katkıda bulunmak ve gelişiminde onlarla birlikte olmak, doğruyu göstermede onlara yardımcı olmak.
22-26 Şubat tarihleri arası ülkemizde “İzci yararlıdır haftası” olarak kutlanıyor. Bugün haftamız başlamışken bende sizlerle izcilik adına birkaç şey paylaşayım istedim. 
Tüm izci dostlarının Dünya Düşünce Günü'nü kutluyor, gezegenimizi daha iyi korumak için faydalı faaliyetlerle eğlenceli bir zaman geçirmelerini diliyorum.

***

İzciliğin kurucusu Baden Powell, 22 Şubat 1857 tarihinde doğmuştur.   Düşünce günü fikri, 1926 yılında 4. Dünya İzcilik Konferansında Baden Powell’ın doğum gününü kutlama fikri ile ortaya atılmış, 1932 yılında 7. Dünya İzcilik Konferansında dünyada kız izciler günü olarak, 30. Dünya İzcilik Konferansında ‘’Dünya Düşünce Günü’’ olarak 22 Şubat tarihi ile resmen kutlanmaya başlanmıştır.  Ülkemizde 1970’li yıllarda İzci Düşünce Günü “İzci Yararlıdır Haftası” olarak kutlanmaya başlanmıştır.

16 Şubat 2012 Perşembe

GÜYA TESETTÜRLÜLER!

Aklımda olan ama bir türlü satırlara dökemediğim bir konu daha var; "Günümüz tesettür anlayışı..." Günümüz tesettürünü çok güzel ifade eden bir yazıya rastladım bugün. Sizlerle paylaşmak istedim. Evet, yazı biraz uzun farkındayım ama sonuna kadar okunmalı hatta mümkünse paylaşılmalı diye düşünüyorum.. Rabbim dünyada ve ahirette sizi ve sevdiklerinizi pişmanlıklardan uzak etsin...

***
GÜYA TESETTÜRLÜLER!
Başlamadan önceki halet-i ruhiyem:
Yıllar öncesinden başlayan bir kızgınlık,bozulan gidişata dur diyemeyişin verdiği acı,yer yer ağlayışlar,sıkma baş tabirini doğrulayan örtün(eme)me şekillerinin yaşattığı asab bozuklukları ve bir patlayışın yazıya sirayeti…
Çok uzun gibi gözüksede,sonuna varınca ne kadar kısa olduğunu farkedeceğiniz yazımı sabırla okuyun lütfen.Bu kez güya bizden olanları anlattım…
**************************
Hani bazen söyleyecek çok sözünüz olmasına rağmen sözler boğazınıza acı ilaç gibi oturur ya,işte tam öyle bir durumun ortasındayım.Nereden başlasam,nasıl anlatsam karar veremediğim ama ille de yazıp rahatlamam gereken bir durum…
Müslüman bir kadın olmanın verdiği ağırlıktan habersiz,inadına hafifliğin sınırlarını zorlayan,düşebileceği en basit ve seviyesiz hallere düşmekten gocunmayan,esasen düştüğü bu halin farkında olmayan güya tesettürlü çoğu hanıma içim yanar yıllardır…
Önceleri eşarpları niye bu kadar küçük? Pardesüsü niye bu kadar kısa diye şimdilerde pek takıntı yapmadığımız giyimleri eleştirir, bunları tesettürün özüne ters bulurduk.
Yıllar geçtikçe tesettür konusunda nasıl değişimler yaşandığını,tesettür kıyafetlerinin,başörtülerinin modacılara nasıl ağızları sulandıran bir rant kazandırdığını hayretle izler olduk.
Pierre cardin bir yandan bikini mayo üretiyor,bir yandan çarpıcı (!) modellerle kızlarımızın marka egolarını tatmin ediyor.Tekbir,sakallı sahibiyle güven kazanıp,görkemli tesettür(!) defileleriyle hanımlarımıza o yılın tesettür modasını anlatıyor.
Zincirleme tesettür kazası devam ediyor…
Başı örtülü kızların hollywood artistlerine taş çıkartan edalarıyla yürümeleri,o tafralar,o kırıtmalar,ben burdayım diye bas bas bağıran giyimleri islami bilinç sahibi insanlara tam bir sinir harbi yaşatıyor.
Yay gibi, neredeyse kazırmışcasına aldığı ve kaldırdığı kaşları,bir deve hörgücü gibi güya örtüsünün altında topladığı saçları,üzerine yapışan,vücudunun santim santim her hattını, hatta iç çamaşırlarını belli eden kıyafetleriyle Yaradanına , Peygamberine kafa tutar gibiler adeta.
“Ateşlik iki sınıf insan ki ben onları henüz görmedim…… biride bir takım kadınlar topluluğudurki bunlar giyinik, çıplaktırlar. Görenleri yoldan saptıran ve kendileri de haktan sapanlardır. Başları bir tarafa sarkan deve hörgücü gibi olacaktır. Bunlar cennete giremiyecekler, kokusu şu kadar! Şukadar! Yürüme mesafesinden alındığı halde bunlar cennetin kokusunu da bulup alamıyacaklardır.” (Müslim – sahih bab:libas ve’l- zineh hadis nr.3971)
Sadece başlarını örtünce,tüm sorumluluğu yerine getirmiş,geri kalan yerleri istediği tarzda örtebilirmiş havasında zavallılar.Güya baş örtüsüyle, doğru örtünenleride beğenmez bu mübarekler (!)
Allah ve Rasulünün belirlediği ölçülere göre değil,dini bile olmayan çoğu modacının belirlediği trendlere göre giyinirler.Başörtülü olupta başörtüsüne zulmedenler,başörtüsünün ruhunu anlayamayan idraksizlere kızgınlığım had safhada…
Tartsanız ağırlığı ancak 100 gr. gelecek bir başörtüsü,taşıdığı mana itibariyle bir dağ kadar ağırdır.Omuzlarınızda bir tüy kadar hafif dursa da,siz onu taşırken yorulursunuz.
Çünkü başörtülü bir kadın bilinç yüklü bir sorumluluğu üstlenmiştir.O ki; Allah’ın kadına özel olarak indirdiği ayetleri taşır başında.Çünkü Rabbi ona Peygamberi vasıtasıyla ne yapması gerektiğini öğretmiştir;
Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar…Nur suresi 31.Ayet
Başörtülüysen,ağzında sakızla sokakta dolaşamazsın.Kahkahayla gülemezsin mesela.Laubali olamazsın.Beş metre öteden kokusu duyulan parfümü sıkamazsın.Kırmızı ışıkta geçemezsin.Kaba olamaz,argo konuşamazsın.Herkes atsa sen yere çöp atamazsın.Güya tesettür mayosuyla denize giremezsin!
Başını örtüyorsan toplum içinde hatalarını en aza indirmek zorundasın.Çünkü sen özelsin,büyük bir misyon sahibisin.Rabbinin ayetlerini nice unutmuşlara hatırlatmalı,bilmeyenlere vakarlı duruşunla, eğilmeyişinle öğretmelisin.
Kızgınlığım şimdilik gayrısına değil başını örtermiş gibi yapanlara…
Göz önünde olan binlerce insanın yazılarını okuduğu başörtülü bir yazar boynunu açıkta bırakarak başını örtüyorsa,yüzünde bayağı bir makyajla tv lere çıkıyorsa öyle bir insana tesettürlü kadının temsilcisi demek imkansız olur.
Yüzündeki makyajın cevabını veremeyen yazarında zaten okuyucuya vereceği pek bir şey yoktur.
Başını sonradan güya örten bir tv sunucusu, herşeyi bilen tavırlarıyla yarım yamalak cahiliye devrini hatırlatan bonesiyle, şuh giyimli hemcinslerine taş çıkartan albenisiyle, kendini güya tesettürlü sanarken,tesettür konusunda o kadar izleyiciye nasıl kötü bir örnek oluyor farkında mı acaba?
“Nasıl olsa “O” da başını öyle örtüyor,demekki olabiliyormuş.”Ben de nokta nokta abla gibi örteceğim” dese,bunun vebalini bilmiş(!) sunucumuz nasıl yüklenecek, hiç düşünmüş müdür?
Bir lider eşinin yürümekte, oturup kalkmakta zorlanacak kadar dar kıyafetlerine, kaç taşralı kız imrenmiş,örnek almıştır kimbilir.Küçülttükçe küçülttüğü,kuşa çevirdiği eşarbını kimden,niye saklamaya çalışmaktadır?
Biz onların 15 yıl önceki büyük örtülerini,pardesülü hallerinide biliriz.Bu kadar büyük bir değişime sebep ne ola ki?Yani 5 santim daha geniş giyse,10 santim büyük örtse kendilerine kim ne deyip nasıl bir yaptırım uygulayacak ?
İslami konferanslarda,ezgi gecelerinde ellerinde kâh bir sanatçı posteri,kâh Lailahe illallah bayrakları,kâh maytap ve mumlarıyla gurupça bir sağa bir sola dalgalanıp slogan atan kızlar vakarlı,bilinçli,hanımefendi bir genç kız profili çizemiyorlar maalesef. Hele kendilerini bir rock konserinde sanıp kaybederlerken, şuursuzca sergilenen bu tavırların hassasiyetlerimize ne denli zarar verdiğini görmek hiçte zor olmayacak…
Bir kaç gündür güya tesettür içerikli yazılar yazan blogları gözlemliyorum.Sayfalarını epeyce inceledim.Başındaki küçücük örtü dışında islamı ve tesettürü hatırlatan hiçbir şey bulamadım.
Tesettür modasını seven hatunlardan biri “Bugün ne giydim” bölümü açmış.Ayağında strech bir bluejean,elinde koka kolası o kafe senin bu kafe benim dolaşıyormuş bu hanım.Ayakkabım şu marka,eşarbım bu marka,kemerim,cüzdanım… kendinizi basit bir gazetenin magazin sayfasında buluyorsunuz sanki.Hani utanmasa en mahrem giysilerinin markasını verecek…
Hele blogunun baş resimlerinde o iğrenç, gördüğünüzde bakmaya haya edeceğiniz türden resimleri koyan bir kızcağız vardı ki hayretten açılan ağzımı kapatmak kolay olmadı.
Bu tipler sanki demek istiyorlar ki;Siz bakmayın benim başörtülü oluşuma.Benim dinini yok sayan,önemsemeyen,ahiret gibi bir kaygısı olmayan kimilerinden farkım yok. Başımdaki örtü sadece bir aksesuar. Hem markalı,hem yeni trend!Renkleride tam bu yılın modası!
Sen orada ne yapıyorsun? Kime ne veriyorsun?Kime hizmet ediyorsun, davan ne? Derdin ne? Kompleksin ne Allah aşkına!
”My style” deyip çizmeni,makyaj malzemelerini övünerek anlatırken,kendini kime ispat etmeye çalışıyorsun? Her bir köşesini katlayıp kıvırarak gizlemeye çalıştığın başörtüsünü ne için örtüyorsun?
Gayri ahlaki kıyafetlere,”çok beğendim bayıldım” demek,islami hassasiyet olmayan bir insanın bile haya edeceği resimleri boy boy sergilemek sana ne kazandırıyor? Hiç utanmıyorsan bari utanamadığına utan!
“Siz nereye gidiyorsunuz ?”. (Tekvir süresi 26)
Burnunu göstermeye haya eden ninelerinin hatırına kendine gel.Kendi yaptığın seviyesiz tavırları bir de binlerce insanın girip gördüğü bir yerde sergileyipte örnek olmaya çalışma.Bir de utanıp sıkılmadan,nereye giderken ne giydiğini anlatan o verimli(!) yazılara yapılan yorumlar vardı ki evlere şenlik;
“Çok güzel bir kombin olmuş şekerim!” “Kombinine bayıldım!”
“Aaaa! ….’dan mı aldın onu inanmıyoruuum!”
“Demek bir aydır aynı eşarbı takıyorsun?Güldürdün beni ayol!”
Utanç duydum utanç! Ağlanası,yanılası bir hal var bu gençlikte. Artık kimileri korkmuyor başörtümüzden.Çünkü tam onların istediği kıvama geldi kızlarımız.Ha gayret bir adım daha…
Yeni fetva verenler bulunmalı şimdi.”Saçın,kolun,bacağın yarısı gözükebilir”,”zaruri ihtiyaçtır,denize başı açık girilebilir” diyen.Tüm yasakları light yapan bir fetvacı bulunmalı…!!!
Ne gerek var hıristiyan, yahudi misyonerlere? Bizim kızlarımız (!) dinine en büyük zararları verirken.Bizi bizim değerlerimizle vururken…
Açar bir blog,sergiler kombinlerini. Nasılsa tuzu kuru,din gibi bir derdide yok. Gelsin filanca marka eşarplar,falanca marka makyaj malzemeleri,strech pantolonlar,çantalar…
Tesettürün ruhunu henüz anlıyamamış kızlarda yapışsınlar ekrana. Hayıflansınlar sahip olamadıklarına…Yüzleri kızarsın,uzun eteklerinden,pardesülerinden,geniş kıyafetlerinden. Her hafta kostüm değiştiremiyorum diye yırtınıp dursunlar…
Bunları görüp ağlamayan gözlere yazık! Bunları görüp sızlamayan kalplere,söylemeyen,uyarmayan dillere,kalemlere yazık!
Elimizden bir şey gelmiyorsa bari dilimizden gelsin. Uyarmak,hatırlatmak hepimizin boynunun borcu. Onları yok sayamaz,boşver diyemeyiz. Önemsemediğimiz görmezden geldiğimiz bu akım tehlikeli bir virüs gibi dalga dalga yayılıyor. İslamı anlamanın önüne devasa setler çekiyor…
Gördüğünüzde uyarın. Allah’ın ayetlerini, Rasulün hadislerini hatırlatın onlara.
“Onlar birbirlerini, yaptıkları fenalıktan alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı.” (Maide süresi 79)
Çünkü bir din daha yok.Bir peygamber daha gönderilmeyecek.Bu din bizim yaşantılarımızda,dillerimizde,kalplerimizde hayat buluyor. Biz ayakta tutamazsak, kadrini bilemezsek, Allah’ın bizi yok edip, dinini yaşatacak bir toplum yaratmaya gücü yetmez mi?
Cahide Sultan
NOT:İstediğiniz yerde istediğiniz gibi yayınlayabilirsiniz. Yeterki niyetiniz Allah rızası olsun.
Hâlâ yazılacak çok şey vardı. Eksik bıraktıklarımı tamamlayın, hatam varsa uyarın lütfen!

9 Şubat 2012 Perşembe

İçimdeki Kız...

Kendime biriktirdiğim o kadar çok cümle var ki söylenmemiş, söylenememiş… Ya yeri gelmemiş ya söylenecek zaman çoktan geçmiş… İnsan kendine kalıyor zaman zaman.. Kendi kendine konuşuyor, kendi kendini dinliyor…
Bazen susturamıyorum içimdeki çocuğu sürekli yeni hayaller kuruyor. İşin kötüsü beni de inandırıyor bazen olabilirliğine. Hayat dikiliyor sonra karşıma tüm gerçekliğiyle… Sadece oymuş gibi mantıklı hareket eden, sadece onun dediği olurmuşcasına dikiliyor karşıma ve yıkıyor bütün hayallerimi…
Bazen bütün cesaretimi toplayıp anlatasım geliyor içimdeki çığlıkları, uçurumun kenarındaki o minik kızı… Ne kadar istesem de bir yanım hep bastırıyor duygularımı ve düşüncelerimi. Beynimin ücra köşelerinde kilitliyorum sonra düşlerimi… Nereye gidiyorum ve ne kadar süre bilmiyorum…
İçimdeki o küçük kız ağlıyor zaman zaman ve beni de ağlatıyor… Her gün bitiminde haklı çıkması canımı sıkıyor, hep onun dediğinin olması ve sürekli onu dinliyor olmak canımı sıkıyor bazen. Gördüğüm her uçurumdan atlayasım geliyor zaman zaman içimdeki o sesle birlikte. Gördüğüm her uçağa binip uzaklara gidesim geliyor… Bazen küfrediyorum ona, bakıyorum o da cevap veriyor bana… Sonra kendime geliyorum, kendi kendimi dinlediğimi fark ediyorum, kendi kendime konuştuğumu ve yalnızlığımı fark ediyorum en kötüsü. Ne kadar uzağa gidersem gideyim tek yoldaşımın yalnızlık olduğunu ve tek arkadaşımın içimdeki yaramaz kız olduğunu anlıyorum… Sarılıyorum yalnızlığıma ve içimdeki o sese tutunuyorum sonra…